24 Nisan 2016 Pazar

Uzun yolculuklar bizi nasıl değiştirdi

Bu yazıyı uzun zamandır yazmak istiyordum ama bir türlü düşüncelerimizi, hislerimizi ve bizdeki değişikleri nasıl anlatacağımı bilemiyordum.

Bundan üç sene önce hayatımızın, düşüncelerimizin ve hayata bakışımızın bu kadar değişeceğini söyleselerdi, güler geçerdim. Herşey nasıl başladı Hakkımızda yazısında anlattım. Aslında ikimizinde düşünceleri çoğu kişiye göre farklıydı, hiç bir zaman bir kalıba girmedik ama herkes gibi normal bir hayatımız vardı. Benim hayatım bir finanscı olarak hep planlama, risk almama, attığı adımı bin kere düşünme, herşeyi 100% doğru yapma, vs. çabasıyla geçti. Gelecek korkusu, geleceği düşünmek, geleceğini garantiye almak... Hep bu düşüncelerle bu yaşımıza geldik. 

Yinede ikimizde bir yerden sonra o alışıldık kalıptan çıktık. Nedir bu kalıplar? Aslında doğduğumuz andan itibaren bize biçilen bir hayat var. Iyi bir okul, çalışkan bir öğrenci, iyi bir üniversite ve bölüm. Üniversiteden sonra hemen iyi bir iş, çok çalışma, çok para kazanma, kariyer. Bu arada yaş ilerliyor. Evlilik vakti geldide geçiyor. Tamam onuda yaptın ama beklentiler hala bitmiyor. Geleceğine yatırım yapmalısın, kredi çekip bir ev almalısın. Evin borcunu ödeyebilmek için daha çok çalışmalısın. Tabii birde çocuk var. Hadi birinci çocuk oldu. Artık istekler biter herhalde diyorsun ancak bitmiyor...

Sabah işe git, işten sonra belki arkadaşlarınla birşeyler yap, haftasonu bir yerlere git, yat, uyu, işe git. Bu durumdan mutsuzmuyuz? Aslında hayır. Çünkü alıştığımız hayat bu. Monoton bir şekilde, hep başkalarını memnun etme çabasıyla hayat geçiyor.  Geriye kalan hep "keşkeler ve pişmanlıklar".  

Daha öncede dediğim gibi, bizde bu düzende yaşayıp gidiyorduk ama hayattan beklentilerimiz farklıydı. Sadece hayal etmek yetmiyordu, hayallerimizi gerçekleştirmemizde gerekti. Bizim için bu adımı atmak hiç kolay olmadı.  Vazgeçebilmeyi göze almamız, kurulu düzenimizi bozup bilinmeyene doğru yola çıkmamız gerekti. Bunu anlamamızda öyle hemen olmadı, bu yolda kademe kademe ilerledik. Bizimde korkularımız, acabalarımız vardı. 

Ilk iki ay yolculuğa çıktığımızda hayatımızın iki üç yıl içinde bu kadar değişeceğini, cesaret edip, istediğimiz yolda ilerleyeceğimizi bilmiyorduk, hiç aklımızdan herşeyi bırakıp yeni bir hayata adım atacağımız geçmiyordu. Geri döndüğümüzde hayatımıza bıraktığımız yerden devam ettik. Ama bizde bazı şeyler değişmişti, başka dünyaları görmüştük, cesaretlenmiştik. Ikinci yolculuğumuza daha fazla riski göze alarak karar verdik. Yinede gelecek korkusu peşimizi bırakmıyordu. Geri döndüğümüzde ne olacaktı? Acaba hatamı yapıyorduk? Herkesin bize söylediği gibi "Ne zorumuz vardı? Rahatmı batıyordu bize? Maceramı arıyorduk?" Bu düşüncelerle kararımızı yine gitmekten yana kullandık. Iş konusunda şansımızda vardı ve döndüğümüzde yine tekrar bıraktığımız yerden başladık. Bu sefer normal hayata adapte olmak hiç kolay olmadı. Ama mecburen hayatımıza kaldığımız yerden devam etmemiz gerekti....derken benim iş yerindeki değişiklikler ve olumsuzluklar bizi tekrar yolculuk planları yapmaya itti. "Hayat çok kısa, şimdi hayallerimizin peşinden koşmazsak ne zaman yapacağız, en önemlisi sağlığımız" dedik ve tekrar attık kendimizi yollara.

Şimdi geriye baktığımızda hayatımızın en doğru kararını vermişiz diyoruz.




 Uzun yolculukların bize öğrettikleri


Yolculuklarımızın kişisel gelişimimize ne katkıları oldu, eğer bu yolculukluları yapmasaydık şimdi ne düşüncelerde olurduk bilemiyoruz. Raydan çıkmayıp normal hayatımıza devam etseydikde sanırım başka tecrübeler edinecektik. Ama şu bir gerçek ki o zaman geleceğe dair korkularımızdan kurtulamayacaktık, vazgeçebilmeyi göze alamayacaktık, cesaret edip yeniliklere açık olamayacaktık. Sayacak daha çok şey var ama hepsini burada nasıl söze dökeceğimi bilmiyorum.   Kısa bir özet geçmeye çalışacağım: 

Biz gerçekten çok iyi yaşıyoruz ama mutlu olmayı bilmiyoruz

Yolculuklarımızda öyle şeyler gördük, öyle insanlarla tanıştık ve öyle hayat hikayeleri dinledik ki, bizim sorunlarımızın onlarınkinin yanında hiç birşey olmadığını anladık. Biz burda  hep herşeyden şikayet ederken, yeni cep telefonu, yeni televizyon, son model arabalar, belki ikinci veya üçüncü ev derdindeyken insanların oralarda acı ve sefalet içinde yaşadığını gördük. Bunları biz bazen anlatırken "Abartmayın, bizim ülkemizdede insanlar aç ve yoksul, sizde gitmiş başkalarına acıyorsunuz" diye tepkiler aldık. Bu yorumlara sadece gülüp geçtik çünkü bizce bizim yaşadığımız dünya onlarınkinden çok farklı.


Boracay adasında kör ve evsiz bir teyze vardı. Kadın gündüzleri bizim kaldığımız mahallede bir köşede oturup, akşamlarıda kaldığımız pansiyonun önüne gelip, kartonlarını serip yatıyordu. Teyzenin sahip olduğu tek şey kartonlarıydı ama yüzünden hiç bir zaman gülümseme eksik olmuyordu.

Togian adalarındaki insanlarında hiç bir şeyi yoktu ama mutluydular. 21 yaşındaki Jenly küçükken bir gün denizde derinlere dalmak istemiş ve kulağına çok su kaçtığı için kulak zarı patlamış. Imkanları olmadıkları için doktora gidememişler ve Jenly şimdi duymuyor. Ama çocuk o kadar hayat dolu, o kadar zekiki, kendi kendine dudaktan okumayı öğrenmiş, Ingilizceyi öğrenmiş. Hiç şikayet veya isyan etmiyor. Bir litrelik Cola'ya deliler gibi seviniyor.  
Biz Güneydoğu Asya'da gezerken hiç asık suratlı, somurtan insan görmedik. Insanların gelecek korkusu yok çünkü kaybedecek birşeyleri yok. Bizim gibi hep koşuşturmaca, bir yerlere yetişme, daha çok para kazanıp, kazandıklarından daha fazla harcama diye dertleri yok.

Koh Lanta adasında gittiğimiz küçük bir restorantın sahibi bize "Siz Avrupalılar hep stresle yaşıyorsunuz, herşeyi kafanıza takıyorsunuz. Biz burda gayet rahatız. Mesela ben istediğim zaman dükkanımı açıyorum, canım istemedimide evde kalıyorum. Niye kafayı takayım ki. Karnım öyle yada böyle doyuyor." demişti.




Hemen herşeye sinirlenmemek, sakin ve sabırlı olmak

Günlük hayatımızda ve işimizde hemen küçücük birşeye sinirlenip, stres oluyoruz. Bu benim içinde geçerliydi. Ama bu stres ne sağlığımız için iyi nede çoğu şeyler sinirlendiğimize değmiyor. Çoğu zaman üzüldüğümüz, sinirlendiğimiz şeyleri değiştiremiyoruzda.

Koh Tao'da küçük bir restoranttayız, 3-4 masa dolu. Yaşlı bir amca ve eşi işletiyor. Amca gelen müşterilere ve bize saati gösterip eliyle "bir" diye gösteriyor ve gülümsüyor. Ilk önce ne dediğini anlamıyoruz. Aradan yarım saat geçiyor, bizim yemekler halen gelmiyor, 45 dakika, amca görünürlerde yok. Ben yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyorum ama o arada amca gelip gülerek "sorry, sorry" diyor. Adamın o halini görünce bende gülmeye başlıyorum, sinirim geçiyor. Tam bir saat sonra yemeğimiz geliyor ve biz o zaman amcanın başta ne demek istediğini anlıyoruz. Burada olsa hayatta bir restorantta o kadar uzun beklemezdik. 

Kamboçya'da  bir otobüs yolculuğu yaptıktan, normalinde 5 saatte gidilecek bir yere 8 saatte gittikten ve bu yüzden diğer otobüsünü kaçırıp, halk otobüsüne binip tıkış tıkış tavuklarla, poşetteki balık kokularıyla gittikten sonra burada trenin 5 dakika geç gelmesine sinirlenmiyorsun bile.

Az şeyle yetinebilmek

"Ne kadar çok şeye sahip olursam, o kadar mutlu olurum, iyi yaşarım" düşüncesi çağımızın en büyük sorunu. Bize hep sahte ihtiyaçlar yaratılıyor, bizde "herkesde var, bende niye olmasın?" diye aslında ihtiyacımız olmayan şeyleri alıyoruz. Çok alışveriş yapıyoruz ve hep daha fazlasını istiyoruz. Canımız sıkıldığında alışveriş yapıp kendimizi mutlu etmeye çalışıyoruz. 

Bu tüketim çılğınlığına bende dahildim. Kaç tane ayakkabım ve ona uygun çantam var bilmiyorum. Kıyafetlerimden, hele aralarında hiç giymediklerimden, bahsetmiyorum bile. Son bir senedir sadece gerçekten önemli şeyleri alıyoruz, eşyalarımızın çoğunu yardım kutularına attık. Geri kalanlar bize senelerce yeter.

Geziye çıkarken veya döndüğümüzde bize "Yanınızda ne kadar eşya götürdünüz, altı ay ne giydiniz?" diye soran çok oldu. Ama düşünülenin aksine yanımızda o kadar eşya götürmedik. Mesela altı ayı sadece bir terlikle geçirdik. Gezdiğimiz ülkelerde insanlar bizi kıyafetlerimize göre değerlendirmiyordu, iki gün üst üste aynı tişörtü giysen kimseyi ilgilendirmiyordu.  Fazla eşyamız yoktu, paramız kısıtlıydı, basit odalarda kaldık, daha ucuz diye pazarlardan yemek yedik, haftalarca internetimiz yoktu ama hiç mutlu olmadığımız kadar mutluyduk.




Özgür olmak ve herşeyden uzak olmak çok güzel bir duyguymuş

Son yolculuğumuzda gerçekten özgür olmak ne demek anladık. Yarın ne olacak, elalem ne der diye düşünmeden, o bunu yapmış şu şunu yapmış diye dinlemeden, tüm sorunlardan uzakta, stresten uzak, kafamıza birşey takmadan, canımız ne isterse onu yaptık. Hayatımızda olmadığımız kadar mutlu ve huzurluyduk.


Dünyada bizim gibi düşünen çok kişi var

Gezilerimizde aylardır, hatta senelerdir yollarda olanlarla tanıştık. 2015 yılında Koh Lipe' de tanıdığımız Inga o zaman 1,5 senedir yollardaydı. Aslen Londra'da yaşıyormuş, 44 yaşında, "hayatım boyunca çok çalıştım, hep iyi bir hayat için, iyi bir emeklilik geçirmek için. Ama anladımki hayat çok kısa. Bu yüzden herşeyi bıraktım, emekliliğimi şimdi yaşıyorum" dedi. Şuan halen Tayland'da.

Sulawesi'nin Rantepao kasabasında 26 yaşında bir Amerikalı kızla tanıştık. Kızın Amerika'da durumu iyiymiş ama mutlu değilmiş. Herşeyi bırakıp Tayland'a gelmiş, bir yardım projesinde köydeki çocuklara Ingilizce öğretmiş. "Acaba buralara alışabilirmiyim, tek başına uzaklarda nasıl yaşarım, az parayla nasıl geçinirim?" diye düşünürken bir zaman sonra buralardan ayrılamayacağını anlamış. 2 sene Tayland' da kaldıktan sonra Myanmar'ın Yangon şehrine gitmiş ve orada öğretmenlik yapıyormuş. Myanmar gelişmemiş bir ülke, Yangon büyük şehir ama bizim büyük şehirlerle kıyaslanamaz. Ama kız "Ben mutluyum. Azla yetinmeyi öğrendim, insanları mutlu etmek benide mutlu ediyor." diyordu.


Dünyada hâlen iyi insanlar var

Hergün televizyonlarda cinayet olayları, dolandırıcılık, hırsızlık, vs. haberleri izliyor ve "biz nasıl bir dünyada yaşıyoruz böyle, insanlık artık ölmüş" diyoruz.

Yolculuklarımız sayesinde hâlen gerçekten iyi insanların olduğunu gördük. Fakirlerdi ama gönülleri zengindi.  Saf, art niyetsiz, temiz kalbli, elinde olanla yetinmeyi bilen insanlar.



Herşey planlamakla olmuyor, bazı zaman esnek olmak gerek

Bu benim için çok zor olan birşey ama yavaş yavaş bende herşeyi en ince detayına kadar düşünmemeyi öğreniyorum.

Ikinci Güneydoğu Asya turumuzda fazla plan yapmadan gezmek istiyorduduk. Tek planımız bir gece Bangkok'ta kaldıktan sonra ertesi gün Laos sınırına yakın olan Nong Khai'a uçmak, oradanda sınıra otobüsle geçmekti. Buraya kadar herşey yolunda gitti. Vizeyi sınırda kapıda alacaktık ama oradaki memur Elber'e "Sen geçemezsin" dedi.  "Nasıl olur, niye, neden?" diye sorarken 1 hafta önce Türklere vize şartlarının değiştiğini, artık sadece konsolosluktan alına bilindiğini öğrendik (önceden o kadarda araştırma yapmıştık ama son hafta tekrar araştırmayı akıl edememiştik). Ben Alman vatandaşı olduğum için sorun yok, adam bana "Sen geç" dedi. Iki sınır arasında kaldık, Tayland'ada giremiyoruz çünkü çıkış damgamız var. Bir saatten fazla Tayland memurlarıyla konuştuktan sonra girmemize izin verildi. Ama ne yapacağımız hakkında hiç bir fikrimiz yoktu. Internette yoktu araştırma yapalım. Kara kara düşündükten sonra havaalanına gidip Bangkok'a geri dönmeye karar verdik. Bangkok'ta sabah ilk işimiz konsolosluğa gitmek oldu ama malesef buradada vizeyi alamadık. Yok sponsor gerekmiş, şu gerekmiş, 2 hafta kadar beklememiz gerekmiş...Bütün gün ne yapacağımızı düşündük ve rotayı Kamboçya'ya çevirdik.



Hayat çok kısa - hayallerinin peşinden koş ve erteleme

"You may only live once. But if you do it right, once is enough." (Mae West)

Hayallerinin peşinden koşmazsan onlar hep hayal olarak kalır. Kurulu düzenimizi bozmaktan korktuğumuzdanmıdır, zoru göze alamadığımızdanmı, birşeylere ulaşmak için bazı şeylerden vazgeçemediğimizden mi hep hayallerimizi erteliyor, anı yaşamıyor, geçmişin keşkeleri ve geleceğin kaygısı arasında sıkışıp kalıyoruz?

Biz bu yolculuklara başladığımızda iyi veya kötü birçok tepkiler aldık. Kimileri "En güzelini yapıyorsunuz, çok cesaretlisiniz, sizin yerinizde olmak isterdim." dedi. Çoğunluk "Bu kadar güzel işleriniz var, çok iyi para kazanıyorsunuz, geldiğinizde ya iş bulmazsanız? Paranız bittiğinde ne yapacaksınız? Emekliliğinizi hiçmi düşünmüyorsunuz? O kadar para gezi için harcanırmı? vs." diye düşündü. 
Bizde bu soruları kendimize sorduk, ölçtük, biçtik ve denemeden hiç birşeyi bilemeyeceğimize karar verdik. 

Şimdi geriye baktığımızda "Iyiki yapmışız." diyoruz. Haftaya yeni bir hayat, yeni bir ülke (Almanya' yı bırakıp Türkiye'ye gidiyoruz), yeni bir iş, yeni insanlar bizi bekliyor. Bunları yaşamasaydık yeni bir hayata adım atamayacaktık. Evimizi boşalttık, eşyalarımızı sattık , hafifledik. Doğru bir kararmı verdik, yarın ne olacak, işler istediğimiz gibi mi gidecek, bilmiyoruz. Tek bildiğimiz iIerde "keşke" dememek için bu adımı, zorda olsa, atmak istediğimiz. En kötüsü "Denedik, ama olmadı." deriz. Bakalım, yaşayıp göreceğiz.


2 yorum:

Anonim yorum yapanlar isim yazarsa seviniriz. Yorumlarınız için teşekkürler.