3 Şubat 2016 Çarşamba

Phnom Penh ve Kamboçya' nın acı dolu geçmişi

18.12.13

Sabah saat 7.30' da Kamboçya' ya doğru yola çıktık. Koh Chang' dan 700 Baht' a Phnom Penh' e gitmek için biletimizi almıştık, vizeyide sınırda alacaktık. Minibüsle otelimizden alınıp limana gittik, oradanda feribotla karaya geçtikten sonra minibüsle Hat Lek sınırına vardık. 
Tayland'dan çıkış işlemlerini yaptıktan sonra yürüyerek Kamboçya sınırı Cham Yeam' a gittik. Burası hakkında gelmeden çok şey duymuştuk. Çok dikkat edilmesi gerekiyormuş, burada kimin ne olduğu belli değilmiş, hiç kimseye güvenmeyecekmişsin. 
Duyduklarımız aklımızda hiç kimseye aldırmadan vize görevlilerinin yanına gittik. Kişi başı 1200 Baht ödeyerek (normal ücret 800 Baht) vizemizimi aldık. Hiç görevliyle tartışmaya girmedik bile. Ne yapacakları belli olmaz.

Bu arada yanımıza bir sürü kişi geliyor, yok para bozdurmamız gerekmiş, yok otobüsümüz gitmiş...Iyiki biletimizi önceden almışız. Bir köşede oturup, bir saat kadar otobüsün gelmesini bekledik ve Phom Penh' e doğru yola çıktık.

Yolda Kamboçya' nın ilk yüzüyle tanışdık. Dünyanın en fakir ülkelerinden birinsindeydik...



Mola verdiğimiz yer
Akşam saat 7 gibi Phnom Penh' e vardık. Otobüsden inip valizlerimizi aldığımızda Elber' in valizi ıslak gibi görünüyordu. Bir tuktuka atlayıp önceden reserve ettiğimiz Fancy guesthouse' a gittik.  Giriş işlemlerini yaptıktan sonra ilk iş valizi açmak oldu. Elber'in valizinin içindeki eşyaların hepsi ıslanmıştı ve çok pis kokuyordu. Balık kokusu gibi ve yağlı. Kamboçya'lılar otobüse eşyaları koyarken hiç dikkat etmiyorlar, herşey üstüste, poşetlerin içinde yağlar, vs.
Eşyaların hepsini yıkamaya verdik. Valizide Elber şampuanla bi güzel yıkadı.


Yorgunduk ama karnımızda açtı. Çevrede ne var, ne yiyebiliriz diye Mekong kıyısındaki sahil yoluna doğru yürümeye başladık. Bu cadde üzerinde yanyana bir çok restorant bulunuyor ve turistik olmasına rağmen fiyatları uygun. Güzelce karnımızı doyurduktan sonra odamıza gidip bu günüde bitirdik.

19.12.13

Sabah  ilk işimiz Laos konsolosluğuna gidip Elber' in vizesini buradan almayı denemek oldu. Ama buradada başarılı olamadık. Hem hafta sonuna denk geldiğimiz için, hemde haftaya tatil olduğu için işlemlerin 10 gün süreceğini söylediler. Bizde o kadar beklemek istemdiğimizden konsolosluktan ayrıldık.

Guesthouse' umuza geri dönüp bizi hem "Killing fields" hemde "Tuol Sleng" müzesine götürecek bir tuktukcu aradık, 15$' a birisiyle anlaştık.  Ilk önce şehrin 15 km uzaklığında olan "Killing fields' e" gittik.

Killing fields


Buraya gelmeden önce Kamboçya'nın gerçekten nasıl bir dönemden geçtiğini, insanların vahşice katledildiğini  bilmiyorduk, bilsek bile görmeden anlayamazdık.

Giriş ücreti olarak 6$ ödeyip, bize verilen audioguide kulaklıklarını (sesli rehber) takıp ölüm tarlalarında gezmeye başladık. Aslında burada görülecek pek fazla birşey yok ama bir kulaklıkla gezip, bundan yaklaşık 40 sene önce burada yapılan katliamı, o topraklarda, toplu mezarların arasında, dinlemek, tüylerimizi ürpertti.


Ölüm tarlalarındaki Stupa,  yaklaşık 8000 kafatası bulunuyor

10. ve 13. yüzyıllar arasında, Güneydoğu Asya'nın büyük bir bölümüne hükmeden, Angkor Imparatorluğu en görkemli zamanını yaşadı. Bu yıllardan sonra Tayland ve  Vietnam'ın saldırısına uğrayan ülke güç kaybetti, 1863 - 1953 yılları arasında  Fransız sömürgesi oldu. 1953 yılında  Fransa' dan bağımsızlığını ilan eden ülke, Kral Sihanouk önderliğinde 15 huzurlu yıl geçirdi. Ama bu uzun sürmedi. 1960 yılların sonunda bölgede olan ABD - Vietnam savaşı Kamboçya' yıda etkiledi.  Kamboçya' lı gerillaların Vietnam' ı desteklemesi gerekçesiyle ABD Kamboçya' yıda bombaladı. 1969 - 1973 yılları arasında hiç içinde olmadığı bir savaşın ağır bir şekilde cezasını çeken Kamboçya' yı daha kötü günler bekliyordu.

17 Nisan 1975 Kızıl Khmer' ler Pol Pot' un önderliğinde Pnom Penh' i, Amerikalı' ların şehri bombalayacak bahanesiyle, ele geçirdi ve şehri kısa bir süre içinde boşalttı. 
Pol Pot' un ideolojisine göre insanları bozan yozlaşmış bir toplumda yaşamalarıydı. Ona göre çiftçilerin dışında tüm insanlar bu yozlaşmış sınıfın bir parçasıydı. Kamboçya sıfır yılına " year zero" geri dönmeliydi. Tek gerekli meslek çiftçilikti, bunun dışında bütün meslekler ve herşey ortadan kaldırılmalıydı.  
Ilk önce parayı kaldırdı, dış dünyayla ilişkisini kesti. Dini yasakladı, tapınakları yakıp, heykelleri parçalattı. Şehirleri, hastaneleri yıktı, okulları kapattı. Tüm okumuş insanları, başta doktor, avukat, öğretmen, bilim adamı, gazeteci olmak üzere, tutuklayıp, ağır işgencelerden sonra katletti. Yabancı dil bildiği veya gözlük taktığı için sayısız insan öldürüldü. Aile kavramıda Pol Pot' un hedeflerine ulaşması için bir engeldi. Aileleri dağıttı, herkesi pirinç tarlasında çalışmaya zorladı. Çocuklar çocuk kamplarına gönderildi, beyinleri yıkandı, rejime sadık askerler olarak yetişdirildi. Ülkenin her yerine mayın döşetti. Eskiye ait hiç birşey kalmayacaktı.
O dönem ülke nüfusu 8 milyon civarındaymış, 1975 - 1979 yılları arasında öldüren insaların sayısının 3 milyon civarı olduğu tahmin ediliyor. 

3 sene 8 ay süren bu vahşet Vietnam' ın Ocak 1979 yılında ülkeyi işgal etmesi sonucunda sona erdi. Pol Pot ve adamları Tayland' a kaçtı ve oradanda gerilla hareketlerini devam sürdürdü. 1997 yıllında tekrar başkenti ele geçirmeye çalışdı ama başarısız oldu. Kendi yandaşları tarafından ömür boyu ev hapsine mahkûm edildi. 1998 yılında kalp krizinden öldü.

Peki kimdi bu Pol Pot? Nasıl cahil bir insandı? Düşülenin aksine varlıklı bir aileden gelen Pol Pot (asıl adıyla Saloth Sar) önce bir budist manastırına gitti, daha sonra kazandığı bir bursla eğitimini Fransa' da devam ettirdi. Orada komünizme ilgi duymaya, gizli toplantılara katılmaya başladı, bu nedenlede eğitimini tamamlayamadı. 1953 yılında ülkesine geri döndü, öğretmenlik yapmaya başladı. 1960' da yasa dışı Komünist partisinin kurulmasında büyük rol oynadı, daha sonra partinin başına geçti, arkadaşları ile Vietnam sınırında bir kampa kaçtı. 1975' te Kızıl Khmer' lerin Kamboçya' yı işgal etmesiyle ülkenin başbakanı oldu.


Ölüm tarlalarında - eskiden meyve bahçesi ve Çin mezarlığıymış -  129 tane toplu mezar bulunmaktaymış. 20 binden fazla ceset çıkarılmış. Bugün bile hâlâ yağmurların yağmasıyla kurbanların kemikleri, kıyafetlerinden parçalar, toprağın yüzüne çıkıyormuş.

Toplu mezarlardan birtanesi
Stupa' daki kafatasları



Kızıl Khmer' ler bunca insanı vahşice, kurşun israf etmemek için, genellikle baltalar, zincirler, palmiye agaçlarının sert yapraklarıyla öldürdüler.

Öldürürken kullanılan aletler
Mezarların arasında gezerken bir ağacın önünde duruyoruz. Kulaklıktan dinlerken hissettiklerimizi anlatmak mümkün değil. O ağaca "Killing tree" adını vermişler. Pol Pot için kurban ettiği insanların çocuklarının da ödürülmesi, ilerde intikam almasınlar diye, çok önemliydi. Bu yüzden bebekleri veya küçük çoçukları ayaklarından tutup, kafalarını agaca vura vura öldürdüler.

Bu kadar acı yeterdi. Ölüm tarlalarından ayrılıp Toul Sleng müzesine gittik.

Toul Sleng Soykırım müzesi (Toul Sleng Genocide museum)



Pol Pot' un vahşetinin bir başka yeri.

Burası eskiden bir okulken 1975' de Kızıl Khmer' ler burayı bir hapishaneye çevirdi. Hapishanenin odalarını küçük hücrelere ve işgence odalarına çevirdiler. Security Prison S21 adını verdiler.  Burada 20 bine yakın insanı akıl almaz işgencelerle öldürdüler. 1979' da Vietnam ülkeyi kurtarınca bu hapishaneden sadece 7 kişi sağ çıktı.






Hapishaneye getirilen herkesin fotoğrafını çekmişler, birde işgenceden, öldürdükten sonra çekmişler. (Biz üzüntüden o insanların fotoğraflarını çekemedik).

Hapishanede fazla duramadık. Çok üzücü bir gün geçirdik. Buraya gelmeden önce Kamboçya' nın kötü bir geçmişi olduğunu biliyorduk ama bu kadar vahşiliği, insanların bu şekilde katledildiklerini bilmiyorduk.

Bir tuktuka atlayıp sahil yoluna gittik. Kendimize gelmemiz gerekti, aslında Kraliyet sarayınıda (Grand Palace) gezecektik ama başka birşey yapacak durumda değildik. Biraz çevrede gezdikten sonra otele geri döndük.






Grand Palace
Akşam ilk önce ertesi gün Kep' e gitmek için biletimizi aldık, sonra sahildeki restorantların birinde yemek yedik.

NOT: Burada gördüklerimizin, duyduklarımızın etkisinden uzun süre kurtulamadık. Günlerce o ölüm ağacı rüyalarıma girdi.
Phnom Penh' den ayrıldıktan sonra bir arkadaşımın bana geziye çıkmadan önce hediye ettiği kitabı okudum. Loung Ung kendi hikayesini anlattığı "First they killed my father" adlı kitabı. Okurken yazdıkları gözlerimin önünde canlanıyordu.


Ölüm tarlalarını gezerken siz ne hissettiniz? Phnom Penh sizde nasıl bir izlenim bıraktı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Anonim yorum yapanlar isim yazarsa seviniriz. Yorumlarınız için teşekkürler.