19 Şubat 2021 Cuma

Nasıl bir hayat yaşamak isterdin?

 


"Hayallerim vardı benim, herkes gibi. Küçük hayaller... İyi bir iş, güzel bir gelecek. Gezmeyi hep çok sevdim, yeni yerler görmeyi, yeni insanlar, kültürler tanımayı. Hiç bir zaman çok zengin olmayı hayal etmedim yada çok malım mülküm olmasını. Hiç kimsenin zenginliğine, parasına, evine, yatına katına özenmedim. Bir yerlere gelebilmek için hırs yapıp, karşımdakini ezip, hakkını yemedim. Kendi küçük dünyamda yaşayıp gidiyordum. Şimdi yaşadığım hayatı hayal bile edemezdim. Çok şükür." diye yazmışım geçen sene bu zamanlarda.

Pandemi'nin bir türlü bitmek bilmediği şu günlerde geriye baktığımızda "İyi ki şimdiye kadar istediğimiz gibi yaşamışız, iyi ki her şeyi bırakıp bilinmezliğe doğru yola çıkmışız." diyoruz ve kendimize tekrar soruyoruz "Peki bundan sonra nasıl bir hayat yaşamak istiyoruz?" diye. 

Kendimi bildim bileli "özgür" olmak istedim, çok gezmek, çok yerler görmek. Lisedeyken daha ne okumak istediğimden veya ne iş yapmak istediğimden emin değildim ama gezmeyle ilgili olsa çok süper olurdu. Lise sonunda bir turizm acentasında altı hafta staj yaptım sonra turizm ekonomisi okumaya karar verdim. Ancak bu bölüm Almanya' da çok az ünivesitede vardı ve çoğu paralıydı. Sadece bir şehirde özel olmayan bir üniversitede buldum, buradada istek yoğun olduğu için puanı yüksekti, benim not ortalamam yetmedi. Bende aynı üniversitede ekonomi/ işletme okumaya başladım. Niyetim 1-2 sömestr okuyup, turizm bölümüne geçiş yapmaktı. Okula başladım sonra baktım benim bölümde iş imkanları daha çok, devam okudum.  Yavaş yavaş gezmeye başladım, tabii o zamanlar dünyamız küçüktü, geziler hep Türkiye ve Avrupa sınırlarındaydı.

O dönemlerde "Sumatra rain" diye bir parfümün reklamı vardı. Su altında kalmış gökdelenlerin arasında yüzen kız sudan çıktığında kendini yağmur ormanında buluyor, papağanlar, bir sürü  hayvan sesleri, her yer yemyeşil. Niyeyse bu reklam benim aklımda kaldı ve ben dünyanın öbür ucundaki o güzel ve hiç bilmediğim yerleri hayal ettim. O zamanlar internet yok ki araştırma yapayım, Instagram' da resimlere bakayım. Zaten oralara gitmek benim için ütopya gibi bir şey, ailem hayatta izin vermezdi. Liseyi bitirene kadar bırakın oralara gitmeyi bize 20 km uzaklıktaki şehire gidemiyorduk.

Üniversitede bitti, güzel bir işe başladım, hayat sistemin içinde devam ediyor. Sonra ikimizin yolları kesişti. İkimizde aynı kafadan olduğumuz için her fırsatta bir yerlere kaçıyorduk. Güzel bir hayatımız vardı, zaten başka bir şeyde bilmiyorduk, hayatı sorgulamıyorduk da.  Mutluyduk, bir şeylerin eksikliğini hissetmiyorduk veya bir şeylerin arayaşında değildik. Her ne kadar o bilindik kalıba tam uymasakta bilinmiş sistemin içinde yaşayıp gidiyorduk. 

Sonra, ilk defa Tayland' a gittik. Her şey çok farklıydı, yemekler, insanlar, deniz, vs. Orda senelerdir unuttuğum o reklam geldi aklıma. Hep hayal ettiğim o yağmur ormanlarında geziyordum. Daha önce bir çok yere gitmemize rağmen, Tayland bizi büyülemişdi. Döndükten sonra hemen önümüzdeki senenin tatil planlarını yapmaya başladık ve tekrar gittik. Bize bir şeyler olmaya başladı, kendimizi hayatı sorgularken bulduk. "Acaba sırf senelik izin günlerimizde değilde, bir kere uzun bir süre yola çıkmak nasıl olurdu? Senelerdir çalıştığım iş yerine istifamı verip yola çıkmak akıllıca mıydı? Ya döndüğümüzde iş bulamazsak? Ailelerimize ne diyedeğiz?", vs. Kafamızda bir sürü soru vardı. Ancak merakımız ve içimizi kaplayan heyecan baskın çıktı ve biz iki aylığına yola çıktık. Sadece bir kere bir delilik yapacaktık sonra yaşamımıza kaldığımız yerden devam edecektik. 
O zamanın üstünden 9 sene geçti ve biz normal hayatımıza geri dönemedik, daha doğrusu istemedik.

Her şey öyle birden gelişmedi, o alışmış olduğumuz hayatı bırakmamız o dönemden sonra dört senemizi aldı, hep gittik, geldik, ama evimizi bırakmadık. Orası bizim güvenli limanımızdı. Ancak her yola çıkdığımızda hep daha çok cesaretlendik, daha çok insanlar tanıdık onlardan ilham aldık, hep hayata dair daha çok şeyler öğrendik. 
Sonra sorduk kendimize "Nasıl bir hayat yaşamak istiyoruz?" Bize öğretilen sistemde emekliliğe kadar köle gibi çalışıp, hep isteklerimizi erteleyerek, hep felaket senaryoları yazıp hayatımızı en küçük ayrıntısına kadar garantiye almaya çalışarak, hep yeniliklerden korkarak, çemberin dışına bir adım bile olsa dışarı çıkmaya cesaret edemeyerek mi? Evet dedik diyelim, ya emekliliğe kadar yaşayamazsak, yada emekli olduğumuzda sağlığımız yerinde olmazsa? 

Bizi bu düşünce bile boğmaya başladı. Diyelim ki ortalama yaşam süresi 75 sene, doğduktan sonra ilk on senemizi saymazsak, küçük yaşlarda mücadelemiz başlıyor. İyi notlar, iyi bir üniversite, iyi bir iş. Sonra iyi bir kariyer, hep stresle dolu, yarış halinde bir hayat. Bunların hepsi emeklilikte güzel bir hayat yaşamak için.  Bütün yaşamımızı, yani yaklaşık 50 yılımızı son 10-15 yılımızı güzel yaşamak için harcıyoruz. 



Böyle düşününce "biz hayatı şimdi yaşamak istiyoruz, eğer her şey kötü giderse emeklilik zamanı geldiğinde bir şekilde karnımızı doyururuz herhalde. Ama şimdi yapmazsak ve ilerde pişman olursak, o zaman hiç bir şekilde zamanı geri alma şansımız olmayacak. Daha genciz ve her zaman geri gelme ve tekrar bir düzen kurma şansımız var. Hatada yapsak, bu bizim kararımız ve seçimimiz. Yürümeyide düşe kalka öğrenmedik mi? En kötüsü ne olabilir?" dedik. 

Peki istediğimiz hayatı yaşamak için fedakârlık yapmaya, konfor alanımızdan çıkmaya, az para ile geçinmeye, sosyal güvencemizin olduğu bir hayatı bırakmaya hazır mıydık? EVET, yollar bize hiç bir şeyin garantisi olmadığını, dünyanın öbür ucunda ki insanların az şeyle çok mutlu olabildiklerini, her şeyi kafamıza takmamamız gerektiğini (bu benim için geçerli), bir adım attığında hiç ummadığın yolların sana açıldığını ve bir şey kötü giderse ucunda ölüm olmadığını, öğretti.

O son adımıda atıp, her şeyi geride bırakıp, hayatımızı yollarda geçirerek bir dört senemiz daha geçti. Ve sonra hayatımıza korona girdi. Hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmeyen oldu ve dünya durdu. Ister istemez bizde durduk. Yedi aydır burdayız, robot gibi işe gidip geliyoruz, herkes gibi kısıtlamalardan dolayı bizde bir şey yapamıyoruz. Sanırım son 7 senedir kış yaşamamıştık, bu sene en serti oldu. Uzun zaman sonra tekrar sistemin içine girdik. Tek tesellimiz biraz daha sabredip yine yollara düşmeyi ummak.

Bu arada tekrar hayatımızı sorgulamaya başladık "Pandemi' nin ne kadar süreceği belli değil, belki daha bir sene, belki daha iki-üç sene. Acaba artık bir durmu desek, hazır bir düzen kurmaya fırsatımız varken, bunu değerlendirsek mi? Dünya bundan sonra eskisi gibi olacak mı? Biz bundan sonra nasıl bir hayat istiyoruz?"

Her ne kadar arada böyle kafa karıştırıcı sorular aklımızdan geçsede, biz deniz istiyoruz, güneş istiyoruz, hayatımız parmak arası terliklerle geçsin istiyoruz. Nereye gidersek gidelim, ne yaparsak yapalım iç huzurumuz olsun istiyoruz. Çok çalışıp, çok paramız olsa, en pahalı arabaları, eşyaları, kıyafetleri alsak, çok güzel bir evde yaşasak, bir zaman sonra hepsinden hevesimizi alacağız, hep kendimizi başkalarıyla kıyaslayıp, daha fazlasını isteyeceğiz. 
Biz en zor adımı bir kere attık, zoru başardık, bundan sonra sanırız çoğu şeyin üstesinden geliriz. 



Peki ya sen nasıl bir hayat yaşamak isterdin?


Bunları yazarken kimseyi yargılamak, kimsenin hayatını eleştirmek istemiyorum. Çünkü bizim istediğimizi, bizim beğendiğimizi herkes beğenmek zorunda değil. Bizim doğrularımız senin için doğru olmayabilir. Kimseye " her şeyi boşver, al çantanı, çık evden, nereye gitmek istiyorsan git, hayat kolay, çalışmasan da olur" demiyorum. Çünkü hayat kolay değil, emek vermeden, çaba sarf etmeden, çalışmadan, parasız hiç bir şey olmaz. Demek istediğim, gerçekten ne istediğini bil ve onu başarmak için elinden geleni yap. En küçük bir engelde pes etme. Ilk önce kendin inan yapabileceğine.

Çok yakın bir arkadaşım zamanında üniversiteye gitmemiş, zamanla kendini geliştirmiş ve iş yerinde çok iyi yerlere gelmiş. Ancak içinde hep o elinde olmayan diploma eksikliği kalmış.  Bu yüzden o isteğini, o içine dert olmuş eksikliği gidermek istedi. Çoğularına göre ne gerek vardı, işi iyiydi, maaşı yüksekti, şimdi o yaşta bir öğrenci gibi az parayla yaşamanın ne anlamı vardı. Ama o kimseyi dinlemedi ve 40 yaşında üniversiteye başladı. Üç sene okudu ve zamanla fark etti aslında onun bunu istemediğini, toplumda dayatılan "diploma mecburiyeti" yüzünden kendini hep eksik hissettiğini, kendisini kimseye kanıtlamak zorunda olmadığını. O sadece huzurlu bir hayat istiyordu, sörf yapmayı çok seviyordu, her gün uyandığında denizi görmek istiyordu. Kararını verdi ve okulu son döneminde bıraktı, bir adada yarım gün bir otelde resepsiyonda işe başladı. Aldığı para çok azdı, istese eski işine dönebilirdi, para sıkıntısı çekmeden bir hayat sürdüre bilirdi. Ama istemedi, çünkü denize uzak olduğu bir hayat ne kadar parası olursa olsun onu mutlu etmeyecekti.



1 yorum:

  1. Emek vermeden güzel yaşanmaz.özentilerulaşılabilir olmalı. Yazının içinde kendimede taşlar buldum haklısın bazılarında.sen doğru bildiğin yolda devam et.umarım herşey gönlünüzce olur. Selamlar Baban

    YanıtlaSil

Anonim yorum yapanlar isim yazarsa seviniriz. Yorumlarınız için teşekkürler.