23 Kasım 2018 Cuma

Hayatta hiç bir şeyin garantisi yok ama herşey mümkün



Geçen gün işe giderken sabah sabah telaşlı insanları izliyorum. Hava rüzgarlı ve yağmurlu, üstüne birde soğuk. Iki otobüsle gidiyorum. Ilkinden indikten sonra sadece ışıkları geçip, 50 m ilerdekine bineceğim. Otobüsler her beş dakikada bir geliyor. Ama etrafımda bir koşuşturma, insanlar bir otobüsden inince koştur koştur diğerine yetişmeye çalışıyor. Halbuki beş dakika sonra diğer otobüs gelecek. Ama kimsenin 4-5 dakika bekleyecek vakti yok. Hep bir koşturmaca, hep bir bir yerlere yetişme telaşı. Ben yavaş yavaş gidiyorum ve bir sonraki otobüse biniyorum.

Bindiğim otobüs tıkış tıkış, nefes alacak yer yok. Lanet ediyorum.. Etrafıma bir bakıyorum. Hiç gülen yüz yok. Herkes hayatından bezmiş, mutsuz... Ister istemez bende o moda giriyorum... Sonra aklıma birden Koh Lipe ve ordaki insanlar geliyor, hep güler yüzler, hiç birşeyleri olmamasına rağmen mutlu insanlar...bir silkelenip, kendime geliyorum...Sabah sabah durduk yere moralimi bozmaya gerek yok diyorum ve düşüncelere dalıyorum.

Hayatımız son 3-4 senede nasıl değişti, nereden nereye geldik, bu sene yine neler yaşadık onu düşünüyorum. Hiç aklımızda yokken hayatımızı nasıl kökten değiştirdik, gelecekte ne olacak düşüncesini, korkuları, imkansızlıkları nasıl bir kenara koyup hayatımızı yaşamaya başladık. 

Eskiden herşeyi en ince ayrıntısına kadar düşünür ve planlarken şimdi yarınımız nasıl olacak bilmeden yaşıyoruz ve görüyoruz ki herşey bir şekilde yoluna giriyor. Bazen üzülüp, sinirlenip, kendimizi yiyip bitirdiğimize değmiyor. Istediğin kadar plan yap, kendini güvende hisset, hayat bir saniyede değişe biliyor. Hiç bir şeyin garantisi yok ama istersen mümkün olmayan birşeyde yok. 

Bu sene yine öyle güzel insanlarla tanıştık, hayat hikayeleri dinledik ve tekrar anladık ki bir kalıbın içine girip,  başkalarının senden beklediği hayatı yaşamaktan başka bir hayatta var. 

Bu sene bizde en iz bırakan Koh Lipe'de tanıdığımız  75 yaşındaki Dominique'in hikayesiydi. 
Dominique ve eşi bir kaç gün bizim kaldığımız hotelde kaldılar. Bir sabah kendisi bana "siz  adada çok uzun kalıyormuşsunuz. Nerden geliyorsunuz ve neler yapıyorsunuz?" diye sordu. O an aslında hiç konuşasım yoktu ve hayatımızı anlatıp o yaştaki ve tanımadığım bir insandan nutuk dinlemek istemiyordum ama ön yargılı davranmışım. 
Kısaca cevap verdim ve Dominique " En iyisini yapıyorsunuz. Bende 9 sene öyle yaşadım." deyince merakım arttı ve sohbete başladık. Dominique Fransa'da öğretmenmiş, Almanya sınırında bir köyde yaşıyormuş. Bu yüzden Almanca'sıda çok iyiydi.
29 yaşındayken eşinden boşanmış, o dönem çok bunalmış, öğretmenliği bırakıp sırt çantasını almış ve Peru'ya ve bilinmeyene doğru yola çıkmış. Tabii ailesi ve arkadaşları kendini hiç anlamamış ve çok yanlış bir karar verdiğini söylemişler. Babası Slovenya asıllı bir fabrika işçisiymiş ve hayatında tek gururu üniversite okuyup öğretmen olan kızıymış. Babasının tüm dünyası yıkılmış ama Dominique yinede kararından vazgeçmemiş. Amacı bir kaç ay gezip kafasını toplayıp, geri dönmekmiş. Ancak Peru'ya gidip oradaki insanları, yaşamı görünce artık eski hayatına ait olmadığını ve eski hayatına dönemeyeceğini anlamış. Peru'da yetimhanelerde çalışmış, yollarda takı yapıp satmış, Güney Amerika'yı gezmiş ve 2 sene sonra ailesini görmek için Fransa'ya dönmüş. 
"Benim için dönüşüm bir hayal kırıklığıydı. Ailemi ve arkadaşlarımı çok özlemiştim. Onlara yaşadıklarımı anlatmak için can atıyordum, heyecanlıydım. Ne yazık ki hevesim kursağımda kaldı. Herkes kendi alemindeydi ve sırf kendilerini düşünüyorlardı. Kariyer peşinde, para ve mal mülk peşinde...Tüm ilişkiler çıkar üzerine kurulu, yalancı hayatlar. Evet, ben çok değişmiştim. Gördüğüm yerler, insanlar, fakirlik...Bana, bizim Avrupa'da nasıl şanslı bir hayat yaşadığımızı, bu kadar bolluk bereket içinde kendimizi mutsuz etmek için saçma sapan dertler ürtettiğimizi ve hiç birşeyle mutlu olmadığımızı, göstermişti. Ben artık buraya ait değildim. Beni üzen çevremin, onlara göre çok uzaklarda olan, benim için hayatımın artık bir parçası olan insanların sorunlarını, dertlerini ve ne şekilde bir yaşam sürdürdüklerinin hiç umrunda olmamalarıydı. "
Annesiyle babasına onu anlamaları için bir kere onunla beraber Peru'ya gelmelerini söylemiş ancak babası onu hiç dinlememiş bile. Annesi ise çantasını hazırlayıp Dominique'le düşmüş yollara. Beraber iki ay gezmişler. Annesi 84 yaşında vefat etmiş ve ölümünden bir sene önce son Güney Amerika gezisini yapmış.


Bu arada arkadaşları ve çevresi kendine hep "Yeter, böyle nasıl devam edeceksin, yaşında ilerliyor, artık bir aile kurman gerek..." diyorlarmış. Oda " 40 yaşıma geldiğimde bulurum zengin bir koca, yaparım bir çocuk, olur biter" diye cevap veriyormuş.
Bana gülerek "39 yaşımda Jean-Luc'le tanıştım, aşık oldum ancak o bendende fakirdi, karısı yeni ölmüş ve iki küçük çocukla yalnız kalmıştı. Ama aşk bu. Evlendik, çocukları büyüttük. Iki sene hiç bir yere kımıldayamadım ama yollar beni çağırıyordu." dedi.
Öğretmenliğe geri dönmemiş, bir turizm acentasında çalışmaya başlamış. Herşey güzel giderken kanser teşisi konulmuş ve çok kötü günler başlamış. Kanseri zor yenmiş, ölümden dönmüş. "O zamanlar en büyük desteği kocamdan gördüm ve hep olumlu düşünmeye çalıştım. Bu benim hayattaki bir sınavımdı ve başrılı olup olmamak benim elimdeydi." dedi.
Hastalığı esnasında işindende atılmış ve iyileşince kara kara ne yapacağını düşünürken eski bir müşterisi " Neden sen kendin tur düzenlemiyorsun? Ben hemen seninle bir tura seve seve katılırım." demiş.
Şimdi senede 4-5 ay kocasıyla geziyormuş. Jean-Luc zamanında iki tane ev almış, şimdi kirasıyla gezilerini karşılıyormuş. "Jean-Luc eskiden hiç gezgin bir adam değildi ancak o evleri almakla hayatının en iyi kararını verdi" diye kocasına takılıyordu.

Her sene 1 ay gruplara tur düzenliyormuş. Koh Lipe'den sonra Bangkok'a gidip, grubunu karşılayıp, beraber Myanmar'a gideceklerdi. "Bundan çok para kazanmıyorum ama en azından bizim o bir aylık gezi paramız çıkıyor ve insanları mutlu ediyorum." diye anlatmaya devam etti.

Bunun yanı sıra Dominique senede 1 ayını kendine ayırıyormuş. Ve bu zamanda kendine hep başka bir rota çizip yürüyerek geziyormuş. "Bu benim kendime senelik ödülüm. Bu yüzden  bu zaman içinde kendimle olmayı, canım ne isterse onu yapmayı istiyorum." diye anlatıyordu.
Hayranlıkla bu muhteşem kadını dinledim ve "sen bundan sonra benim idolümsün" dedim.

Gerçekten ağzım açık dinlemiştim. Bu zamanda bile bir sürü ön yargıyla karşılaşırken, kendisi 45 sene önce alışılmış düzene kafa tutmuştu.

Onunla tanışmak bizim için bir hediyeydi ve alışılmış düzenin dışına çıkıp, istediğin hayatı yaşamanın mümkün olduğunun bir göstergesiydi.

Yarın ne olur, düşüncelerimiz nasıl değişir, hayat bizi nereye götürür, bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey: şuan mutluyuz, olumlu düşünüyoruz, kötü düşünceleri bir kenara bırakıp, bazı zorluklarda olsa, çabalayarak, gerektiğinde çok çalışarak ve sabrederek, istediğimiz zaman, istediğimiz yerde yaşamaya çalışıyoruz...Ve inanıyoruz ki, böyle düşünmeye devam ettikce hayatta bizim karşımıza güzel insanları ve fırsatları çıkarmaya devam edecek.

Böyle düşüncelere dalmışken az kalsın ineceğim durağı kaçırıyordum. Neyse, öyle olsaydı, en kötü ihtimal bir durak geri yürürdüm. 😉

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Anonim yorum yapanlar isim yazarsa seviniriz. Yorumlarınız için teşekkürler.